26 Aralık 2011 Pazartesi

Tembellik yapmayı niçin seviyoruz?

Tembellik yapmanın kötü yanı neresi? Şöyle bir hareketsiz oturup uzaktaki bir sesin giderek yaklaştığını dinlemenin ne gibi kötülüğü var. Ya da sabahleyin yatakta uyanık yatıp pencerenin önündeki ağaçtaki kuşları seyretmenin ya da ağcın üzerindeki bütün yapraklar kımıltısız dururken tek bir yaprağın sabah melteminin etkisiyle dans ettiğini izlemenin kötülüğü nedir? Bunlarda ne kötülük var? Biz tembelliği kötülüyoruz çünkü tembelliğin kötü bir şey olduğunu düşünüyoruz. Onun için tembellikten söz ettiğimiz zaman anlatmak istediğimiz şeyin ne olduğunu inceleyelim. Siz hasta olmadığınız halde belirli bir saatten sonra hala yataktan çıkmamışsanız bazıları sizin tembel olduğunuzu söyleyebilir. Eğer enerjinizin yetersizliğinden ya da başkaca sağlık nedenlerinden oyunlara katılmıyor ya da derslerinizi çalışmıyorsanız bunları da birisi çıkıp tembellik diye nitelendirebilir. Ama gerçekte tembellik nedir onu inceleyelim.

Eğer bir zihin içinde olup bitenlerden ince duygularından, tepkilerinden habersizse böyle bir zihin tembel olduğunu söyleyebiliriz. Eğer sınavlarda başarısız olmuşsanız çok sayıda kitap okumamışsanız, pek çok şeyi öğrenmemişseniz bu cahillik değildir. Asıl cahillik insanın kendinden habersiz olması habersiz yaşamasıdır. İnsanın kendi zihninin çalışma düzenini tanımaması kendisini alttan yöneten güdüleri, kendi tepkilerini tanıyamamasıdır. Tıpkı bunun gibi eğer zihin uyuyorsa bu bir tembelliktir. Şu var ki insanların büyük bir bölümün zihinleri uykudadır. Onların zihinleri bilgilerle, kutsal kitaplarla, Shankara’nın ya da kimilerinin söyledikleriyle uyutulmuş, uyuşturulmuştur. Onlar bir felsefenin herhangi bir öğretinin ardından giderler, bunun için de zihinlerinin bir ırmak gibi bakın dopdolu, ve canlı olması gerekirken zihinleri daralmış donuklaşmış ve yorgun düşmüştür. İşte böyle bir zihin tembel bir zihindir, ve gene tutkulu bir zihin bir sonuç alma çabasında olan bir zihin gerçek anlamda etkin bir zihin değildir. Dışarıdan baktığınız zaman etkin bir zihinmiş gibi görünebilir ama, bütün gün istediğini elde etmek için didişip durmaktadır, böyle bir zihnin içine bakacak olursanız çare arayışları içinde kendi kendini yiyip bitirmekte olduğunu görürsünüz.

Bunun için tembelliğin ne olduğunu anlamak için tembelliği çok iyi incelemelisiniz. Eğer bazıları size tembel olduğunuzu söylerse tembellik suçlamasını hemen kabullenmeyin. Tembelliğin ne olduğunu kendiniz bulun, yalnızca kabul eden, reddeden, benzemeye çalışan, kendi düşüncelerine küçük bir yalak kazan insanlar tembeldir. Böyle kimselerin zihinleri yozlaşır paramparça olur, ama izleyici gözlemleyen bir zihni olan kimse tembel değildir, hatta bu kimse uzun süre kımıltısız otursa, kuşları ağaçları seyretse yıldızları ırmağın akışını seyrederek vakit geçirse de, bu kimseye tembel diyemezsiniz.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Şizofrenin Günlüğü (2)

-Çamaşır Günü-

Tavada üç yumurta kırıp sofraya az biraz zeytin, biraz da peynir koydu. Borsa güne düşüş ile başlamış, Euro, Dolar paritesi yerinde sayıyordu. Aynı saatlerde Avrupa'da kriz büyürken, kızının beslenme çantasına bir elma ayırıp kocasının da çayını tazeledi. Bir saat sonra kızının önlüğünü giydirip kocasıyla beraber okula yolcu etti. Makinaya attığı çamaşırları çıkardığı sırada Amerika, Ortadoğu'yu nükleer silahlar konusunda uyardı. Rüzgar, poyrazdan 3 ila 5 kuvvetinde eserken, Asya ülkeleri de Avrupa'yı, Amerika'daki silahlar konusunda uyardı. Balkondaki kumrular ekmek artığı beklerken, Asya'ya sinirlenen Amerika, Ortadoğu'yu çok sert dürttü.
Dürtülen Ortadoğu, Avrupa'ya çemkirirken, dünden yarım kalan hırkasını haroşayla ördü. TV'de yemek programında patlıcanlı biber tarifine takıldı. Takılırken de orlonu, eski büfesinin altına yuvarlandı. Tozlu büfenin altında kızının kaybolan yaka iğnesini buldu. Öte yandan Asya'ya çemkiren Amerika, Ortadoğu'ya füze fırlattı. Füzelere sinirlenen Ortadoğu da Avrupa'ya füze fırlattı.
Mutfakta taze fasulyesinin suyunu ocağa koydu. Tuzu biraz az olmuş gibi geldi. Aniden büyük bir gürültüyle irkildi. 3 saniye içinde balkondaki çamaşırlar pert oldu. Çamaşırları balkondan toplamaya vakit bile bulamadı. Çünkü o da çoktan nükleerin etkisiyle var olan hayatını kaybetti....

18 Kasım 2011 Cuma

17 Kasım 2011 Perşembe

-Akarsu-

Ülkenin birinde usulca akan bir akarsu vardı. Bu akarsu sayesinde geçimini sağlayan insanlar ve turist çeken birçok şehir vardı. Fakat bir gün çok ilginç bir şey oldu. Yolunu şaşıran bir köpekbalığı nehrin içinde cirit atmaya başladı. Bu durum, geçimini balıkçılıkla sağlayan insanlar ve de turizm faaliyetlerinde bulunan şehirler için korkunçtu. Gün geçtikçe nehirdeki balıklar azalmaya başladı, çünkü nehirdeki balıklar çok küçüktü ve bu küçük balıklar köpekbalığının günlük doyumu için yeterli değildi. Balıkçılar ve şehirdeki insanlar bu derde deva aramaya çalışırlarken bir türlü çare bulamıyorlardı. Köpekbalığı yolunu bulamıyordu, akarsuda mahsur kalmıştı artık bir kere; açık denizlere, olması gereken yere bir türlü dönemiyordu…
Günler hızla ilerlemeye devam ediyordu fakat değişen hiçbir şey yoktu. Akarsuda artık 3-5 balık ya kalmıştı ya kalmamıştı. Balıkçılar bu durum yüzünden balıkçılık yapmaz oldu ama şehir insanları ümit içindeydi; çünkü köpekbalığı aç kalacağı zaman birkaç gün içinde ölecekti. Fakat çok ilginç bir şey oldu, köpekbalığı çok kısa bir süre içinde ölü bulundu. Herkes çok şaşkındı; bu denli büyük bir köpekbalığını öldürme cesareti kime aitti? Bu köpekbalığı nasıl öldü? Bu köpekbalığını kim öldürdü?
Herkes bu soruyu birbirine sorarken kimsenin bilmediği bir şey vardı: Köpekbalığını öldüren şey, nehrin asıl sahibiydi; yani katil balinaydı…!